Sultani
 

 

İndeks | İleri | Geri

CEMİYET

İlk önemli durak Gelibolu'da (Gallipoli) Azak iyice azdı. Ne ağzını kapatabiliyor ne de yerine oturtabiliyorduk. Havası batsın, bütün tanıdıkları restorana geldiler. Annesi dahil. Ellerinden öptük annemizin ve başladık oynamaya Trakya'nın oynak havalarıyla. Yarımdünya (ki çok tanınmıştır dünya çapında) klarineti, klarinet olduğuna pişman etti. Sanki meretin her yeri delik de, her yerinden sesler çıkıyor. Pes vallahi. Bir müzik aleti böyle mi çalınır. Siyah Amerikalı cazcılar görseler de dem kapsalar billahi. Yemekte çok içmedik nedense. Adam başı dörder beşer duble. Saat başı fikir değiştirip insanlarda allerjik rahatsızlıklar yaratan ve otobüse 4. Aralık'ın önünden binen Fazıl bile...
Daha çok yenilemez yemekleri, (Azak'ı üzmemek için yeme taklidi yapıyoruz.:-). derin bir nefes alıp kimimiz yanağımızın sağ, kimimiz de sol tarafını şişirerek, çiğniyoruz güya. Üstüne de hoop bir fırt rakı. Kafayı bulduk hemen. Hayret hem de tok karna. Allahtan yemek sonunda dondurmalı peynir tatlıları geldi masamıza sevgili Yavuz Mildon kardeşimizin ikramı olarak. Hoşgeldiniz deyip yumulduk tatlılara.

Ulan bu Gelibolulular, amma da ikramkarlar, insan burada bedavadan vallahi 1 yıl yaşar. Şaşırmayın sakın bu ikramlara bunlar ne ki, zaten bu insanlar değil mi ? bizlere ve çocuklarımıza 1915'lerde hayatlarını bile bağışlayanlar...

Yola koyulup neredeyse, görülmesi gereken her yeri geziyoruz, anlatılanlar, hepimizi duygulandırıyor, elde değil çünkü, her taraf sembolik bile olsa, anıt mezarlıklarla dolu, siperler sebil olmuş, dizilmişler yol boyu.
Yapılan kahramanlıklar ve birbirlerini tanımayan bu gencecik çocuklar, savaşırken bile, zaman zaman birbirlerine yardım etmişler, karşılıklı şarkılar, türküler söylemişler, kimi zaman birbirine 7 metre yakın siperlerde, kurşun yerine, cigara atmışlar karanlık gecelerde. İki siper arasında, yaralı yatan İngiliz subayını, beyaz bayrak çekip, kucağına alarak, kendi siperine bırakıvermiş Mehmetçik ve üç adımda tekrar yerine dönerek devam etmiş türküsüne.

Muhtarın müzesi, devletinkinden anlamca daha görkemli.
Kutlarım vallahi böyle devleti.
Bence böyle muhtarlar bakan olmalı.
Eski ve şimdiki Kültür Bakanı çok mu gerekli?

Yahu ne iştir kardeşler, arkadaşlar ve de ağabeyler. Anzaklar yılda bir kez 10.000 lerce gelip geceliyorlar buralarda, üzerlerinde battaniyelerle. Her yer tarih ve her yer doğal müze. Muhtar emmi evini, özel müze haline dönüştürmüş. Havada çarpışan kurşunlar mı istersin, misket isabet almış kafa tasları mı. Devlet utanmış olacak ki muhtarın müzesinden, o da bir şeyler yapmış kendince. Ulan demiş herhalde, zamanın kültürsüz ve tarih yoksunu, Kültür Bakanı. " burada nasıl olsa bir müze var, biz de bir müzecik açalım.'' En iyi parçaları da hemen girişteki buzdolabına benzer air conditionları. Zaten muhtarın müzesini gezip de, sıcaktan bunalanlar için konulduğu gün gibi aşikar. Allah razı olsun devletten.

Akşam, Kum otele geldik. Hurra, buz gibi deniz. Serdar Azak zorla atladı denize ve yine zorla çıkartıldı oradan. Adam illaki sorun çıkartacak. Tabii memleketinde olmanın şımarıklılığı var. Neyse büyük bir olgunlukla idare ettik Öküzü. O gece Eceabat'ta yemek yedik. Şahaneydi her şey. Gelibolu bozgunu unutuluverdi bir anda. Doldu rakılar kadehlere ve havaya kalkmalarıyla tükenmeleri de bir oldu Tekirdağ'cıkların. Yemek dönüşü adettendir diye 4. Aralık'ı aradı gözlerimiz otelde. Ne bileyim geziyi duyan Sinan Okyay, belki bir yer ayarlamıştır bize. Yok, duymamış ve açmamış olmasına rağmen, biz açtık 4'ün şubesini ve sabahın 1'inde ve komiye verdik siparişlerimizi. " 2 büyük rakı, su ve buz " diye. Cem Akın yoktu, Sadun ağabey keza, ihtiyaç yok saza, zira Serdar Azak var, susmadı yine valla.
" ÇANAKALEE İÇİNDEEE AYNALII...''
Saat 2.30'da yattık. Yarın son günümüz ve çelenk koyacağız, şehitlerimizin anıtına. Önce ingilizlerin anıtı ve sonra Mehmetçiklerin şehitliğine gittik. Pankartımızı açarak resimler çektirdik. Çelenk koyup saygı duruşunda bulunduk, kimimiz ağlamamak için kendimizi tuttuk, kimimiz tutmadık, tutamadık. Hasnun Galip Ağabeylerimize dualar ettik. Geziye katılanların herbiri ellerindeki karanfilleri şehitlerin mezarlarına koydu. Ben, benden 31 yaş küçük, 18 yaşındaki Trabzonlu, Osmanoğlu Ahmet'in göğsüne yerleştirdim karanfili, geciken siper misali ve dikkatlice. Belki nişanlı ve belki de evli idi ama baba olmuş muydu bilemem. Bildiğim benim baba olmamı sağlamış ve benim hayatımı kurtaranlardan biri olmuştu o, karşılıksız. Onu ve hepsini her yıl ziyaret edip anacağım. Konuşup dertleşeceğim. Onun bana, benim ona çok ama çok anlatacak şeylerimiz var. Seneye inşallah ve gelecek seneler kesin olarak ve sayıca artarak bu gezi düzenlenecektir. Madem onlar buraya gelemiyorlar hiç olmazsa yılda bir kez, biz gidelim onlara.
16 Haziran 2003