Bozcaada’da Galatasaray
Ragıp Duran (137/105. Dönem)
Ağustos ayının ilk hafta sonu Bozcaada'da düzenlenen 'AB Çerçevesinde Türk-Yunan Dostluğu' festivaline davetliydik. Paris'ten gelen Nedim Gürsel'le (103) yola koyulduk. Bizden bir hafta önce de Cengiz Aktar (105) adaya gidip yörenin temel geçim kaynakları olan 'Balıkçılık ve Şarapçılık' konusunda konferans vermiş. İlk gün Nedim'le, 'par alliance' Galatasaraylı olan Prof. Eser Karakaş konuşmacı idiler. Eser; Saint-Joseph'li olmasına rağmen, bizim Üniversite'de Hukuk Fakültesi’nde hoca olan eşi Işıl sayesinde camiaya ayak uydurdu. O akşam adadaki şarap üreticilerinden Talay ailesinin konuğu olduk. Ahmet Talay da bizden genç, mektepten başarılı bir iş adamı. Ertesi gün İzzet Çalışlar'la ben konuşmacı idik. Muhabbete yine mektep öyküleriyle başladık. Ben, 'Bu AB meselesine, Galatasaray-Fenerbahçe yaklaşımıyla eğilmemek gerek. Her ne kadar AB'yi isteyenler Galatasaray, karşı çıkanlar Fenerbahçe'ye benzese de...' diye başladım. İzzet de çok hoş ve komik bir söylemle kahvelerin kapatılıp yerine kütüphane açılmasını talep etti.
Kır kahvesinde yapılan sohbet toplantısında, soru-cevap bölümünde, orta yaşlı (bana göre) bir hanımefendi söz aldı ve “Burada iki haftadır AB konuşulurken hep Fransa, Paris ve Galatasaray örneği verildi. AB demek Fransa demek mi? Bunun İngiltere'si, İspanya'sı ya da Almanya'sı yok mu?” dedi. Konuşmacıların çoğunun Francophone ya da Galatasaraylı olması nedeniyle böyle bir tesadüf olduğunu açıkladık Madame'a. Sonradan öğrendik ki, hanımefendi Alman Lisesi mezunu imiş... Bizim konuşma bitti. Gençten bir arkadaş yaklaştı yanıma: 'Abi ben mekteptenim;
|
|
|
organizatörler düşünememiş; buyrun size bir duble rakı...' dedi. Yanımda Nedim vardı. 'Ben de mekteptenim.' dedi. 'Nedim abi kusura bakma sadece konuşmacılara veriyorum.' dedi. Bunun üzerine Nedim de 'Ya, ben de dün konuşmacıydım.' diye itiraz etti. Neyse ben elimdeki dublenin yarısını Nedim'e vererek işi çözdüm. Meğerse saki genç arkadaş, İzzet'in dönemindenmiş.
Akşam, adanın Laila'sı konumundaki Salhane'ye gittik. Tam kalkacağız; garson, işletmecinin son turneyi ısmarladığını söyledi. İşletmeci geldi: 'Siz beni tanımazsınız ama ben hepinizi ya ismen ya da şahsen tanıyorum.' dedi. Mektepten değilmiş. Ama Tahir Alangu'nun damadı imiş!
Adada kaldığımız dört gün boyunca Nedim'in, İzzet'in, Cengiz'in ya da Eser'in öğrenci ya da tanıdıkları sayesinde sık sık Galatasaray muhabbetleri açıldı. Adada kalıcı ya da yazlıkçı başka bir sürü Galatasaraylı da varmış.
Çevremdekileri gözledim; gerçekten de, biz bu koyu Galatasaray (Yatakhane, Ferruhzat, Pierre
Dubois, Otobüs Osman...vs...) muhabbetine başladığımızda bize imrenerek bakıyorlardı. Yaşları, meslekleri tamamen farklı insanlar kırk yıllık dost gibi kaynaşmışlardı. Hiçbir çıkara dayanmayan; hem keyifli, hem de fikri anlamda son derece liberal ve hoşgörülü bir ortamda gelişen bu sohbet ve ilişkiler Galatasaray'ın değerini iyice ortaya çıkarttı.
Unutuyordum; Salı günü Bozcaada'dan Istanbul'a dönerken, bizi Geyikli iskelesine götüren
araba vapurunun adı neydi biliyor musunuz? Galatasaray!
|