Sultani
 

 

İndeks | İleri | Geri

S U L T A N İ

Fizik, kimya ve matematik öğretmenlerimizin hepsi (M. Rehm, M. Garti, M. Goudman, M. Philippe...) üniversite öğretim üyesi düzeyindeydiler. Bunlar içinde şimdi aramızda olan Mösyö Garti, derin

bilgisi ve mükemmel anlatım tekniği ile hepimizi etkilemiştir. Karmaşık konuların özünü göstermede ve basite indirgemedeki üstün yeteneği hepimize çok yararlı olmuştur. Kendisi iyi bir fizikçi, iyi bir matematikçi ve iyi bir düşün adamıdır. Öğrencilerini çok şaşırtan bir özelliği de, hiç kızmaması ve daima soğukkanlı kalmasıdır. Öğretim üyeliği mesleğimde kendisinden çok yaralandığımı ve esinlendiğimi özellikle belirtmeliyim. 

Herbiri mesleğinin doruğuna çıkmış edebiyat öğretmenlerimizden, yine zaman darlığı nedeniyle, yalnız Muvaffak Benderli’den bahsedeceğim. Geniş bir kültürü olan bu hocamız bize daima Atatürk sevgisi aşılamaya, yaşama sevinci vermeye ve nazik davranışları, zarif kişiliği ve iyi giyinmesi ile bize örnek olmaya çalışmıştır. Emekli müdürümüz Behçet Gücer’in cenazesinde eski öğrenciler galeyana gelince ve üzücü olaylar tehlikesi belirince, bu kritik durumda yaptığı konuşma ile gerilimi düşürmüş ve ortalığı yatıştırabilmiştir. Herkes onu dinlemiş, ona uymuştur. Bu sayede, tehlikeli olabilecek olaylar önlenebilmiştir. Cenaze ile müdür odasına çıkmaktan vazgeçilmiş, geri dönülmüş ve cenaze omuzlar üzerinde yola devam edilmiştir.

Muvaffak Hoca’nın dersleri bir şiir şöleniydi ve hocamız, çok sevdiği Tevfik Fikret’in şiirlerini olağanüstü güzel ve etkileyici bir biçimde okurdu. Hân-ı Yağma şiirini sanki bilinçli olarak sık sık tekrar ederdi: “ Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştiha sizin; Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin.”

Biz, öğretmenimizin o zaman neden bu şiiri bize öğretmek istediğini ancak seneler sonra anlayabildik. Meğer hocamız “Birgün karşınıza yiyiciler yerine hortumlayıcılar çıkacak” demek istiyormuş.

Fransız edebiyatına gelen M. Dubois ve felsefeye gelen M. Larroumets, Galatasaray sentezinin en güçlü elemanları arasında sayılabilir. Fransız edebiyatında öğrendiklerimiz bizim olgunlaşmamızda büyük rol oynamıştır. Pascal ile doğanın “en zayıf kamışı” olduğumuzu öğrenmiştik. En büyük Fransız şairi Victor Hugo’yu tanımış ve Sefiller’i okumuştuk. Bu ölümsüz yapıtta Jean Valjean, aç kızkardeşine vermek üzere bir somun ekmek çalar ve bu nedenle tam ondokuz yıl ağır hapis yatar. Hapisten çıkınca, kimse kendine yiyecek satmaz, hiç bir han oda vermez. Çaresizlik içinde piskoposa sığınır ve onun evinde misafir edilir. Ancak o yarını, onu bekleyen açlığı ve barınaksızlığı düşünmek zorundadır. Hapishane onun karakterini
değiştirmiş, toplum onu kendisine düşman etmiştir. Çıkış yolunu, papazın gümüş şamdanlarını çalarak, gece yarısı kaçmakta bulur. Ertesi gün yakalanır ve papaza getirilir. Artık kendisini ömür boyu hapis beklemektedir. Ancak papaz, beklemediği bir biçimde davranır ve şamdanları ona armağan ettiğini söyler, evde kalan iki şamdanı da, güvenlik güçlerinin şaşkın bakışları altında, ona verir. Roman böylece başlar, okuyucuyu kendi duygu ve düşünce dünyasına çeker... Aradan 50 yıl geçtikten sonra, Hugo’nun 200. doğum yıldönümünde, ülkemizde milyonlarca insanın sefilleri oynayacağını hiç düşünmemiştik!

Felsefede M. Larroumets’den öğrendiklerimiz bir deniz feneri gibi yolumuzu aydınlattı. Modern felsefenin kurucusu Descartes’ı tanıdık. Her şeyden kuşku duyduktan sonra, “Düşünüyorum; o halde varım.” demeyi öğrendik. Günümüzde, ne yazık ki bazıları “Savaşıyorum; o halde varım.” diyebiliyor. Derslerimizde eleştirel aklın gücünü ve yaratıcılığını keşfettik. Aydınlanma akımını inceledik. Böylece Avrupa’nın yüzyıllarca süren Ortaçağ karanlığından nasıl kurtulduğunu anladık. Galatasaray’ın ülkemizde en büyük Aydınlanma ocağı ve 1923 Aydınlama Devrimi’nin en büyük savunucusu olduğunu gördük. Artık Galatasaraylı için yaşamda en hakiki yol gösterici bilimdir, felsefedir ve onları yaratan akıldır.

E. Harraucourt ünlü şiirinde ne diyordu: “Partir, c’est mourir un peu”, yani “Gitmek, biraz ölmektir.” Fakat Galatasaraylı, Galatasaray’dan gitmekle hiç bir zaman ondan kopmaz, onu unutmaz ve sağ olduğu müddetçe Galatasaray Pınarına, Galatasaray Dergâhına koşar gelir.

Ne yazık ki, limandan vakitsiz kalkan gemilerimiz de var ve sayıları az değil: Zeki Aktuna, Yalman Odabaşı, Sacit Sucuka, Yılmaz Çep ve daha niceleri. Hepsini sevgiyle, özlemle anıyoruz ve dönülmez akşamın ufkundan uzak durmanızı diliyoruz.

Son olarak, bu tören gününün Atatürk’ün 2 Aralık 1930 günü okulumuza yaptığı ilk ziyareti anmak amacı ile düzenlendiğini anımsatmak isterim. O gün, yüce Atatürk dört kurumu peş peşe ziyaret etmiştir: Harp Akademisi, o zaman İstanbul’da bulunan Mülkiye Mektebi, yani şimdiki Siyasal Bilgiler Fakültesi, yine o zaman İstanbul’da bulunan Harbiye ve Galatasaray Lisesi. Atatürk’ün o gün uyguladığı bu programı günümüz koşullarında yorumlamayı size bırakıyor, hepinizi saygı ve sevgi ile selâmlıyorum.